Konser Düşünceleri: Nick Mason İstanbul 6 Haziran 2022

Nick Mason ve dostları konseri hakkında düşüncelerimi soran arkadaşlar için fikirlerimi sıcağı sıcağına yazacak fırsat ve kafayı bulamadım. Üstünden 2 gün geçmiş olmasına rağmen hikayesinin uzun süre yaşaması adına bir yazı yazmak şart oldu. Geçmişte U2 konseri için yazdığım benzeri bir yazı ilgi görmüştü, çünkü çok komik ve meşakkatli İstanbul maceraları yaşamıştım.

Bu konserin biletlerini 1 yıl önceden aldık. Aslında koca bir pandemiyi ha iptal oldu ha iptal olacak endişesiyle atlatması, ayrıca salon dolmadı iptal olacak gibi merhaleleri atlatması açısından bile kendi başına önemli bir olaydı. Üstelik Mason ve ekibinin, yahu böyle bir işe kalkışsak mı acaba diye İngiltere barlarında verdikleri ilk konserlerden sadece 4 yıl geçmiş ve araya pandemi girişi nedeniyle de turneleri büyük bir sekteye uğramıştı. Dünya çapında yaratacakları ilginin oldukça gerisinde kalmışlardı. Buna rağmen İstanbul seyircisinin (tribünlerin bir kısmı iptal edilse dahi) gösterdiği ilgi ve özellikle coşkunun onları çok mutlu ettiğini söylemek yanlış olmaz.

Konser öncesi buluşma

Antalya’dan uçakla İstanbul’a 2 yıl sonra sırf konser için dönüp, doğrudan Tarabya’ya geçince, “İstanbul hiç de fena bir şehir değilmiş” izlenimi edindim. Benim için ilk ilginçlik oydu. Ertesi gün konserden tam 5.5 saat önce Arena kafelerinde geleni geçeni seyredip artan dost ekibiyle etkinliğin heyecanını artırmak benim için artık gittikçe nadirleşen çok hoş bir anı olarak kalacak. Öyle ya artık kaç büyük konser görür ki bu ülke. Tabi “büyük” derken eski babalar dediğimiz sayıları her geçen gün azalan adamların son veya sona yaklaşmış konserlerini kastediyorum.

Alkol sever dostların cafe yerine bar tercihiyle değiştirdiğimiz buluşma mekanından sonra ilk kez gittiğim Halkarabası Arenası benim çok hoşuma gitti. Benzerlerine anca Avrupa’da rastlayabileceğimiz oranda kaliteli bir mekan inşa edilmiş, gerçekten oraya beş kuruş yatıran herkesi kutlamak gerek. Umarım o halk da kıymetini bilir. Mesela sanırım Saucerful of Secrets parçasında Guy Pratt modern saykodelik deneyleri yaparken subbas’ın dibine vurduğunda gerçekten de salonda normal binalarda titreyip iğrenç sesler üretebilecek hiç bir ses oluşmadan gerçek bas sesleriyle adeta orgazm oldum diyebilirim. Günlük hayatta böyle şeyleri yaşamanız mümkün değil. Hatta ben bile ses mühendisliği yapmış olmama rağmen uzun süredir böyle bir tecrübe yaşamamıştım. Bir önceki nerdeydi derseniz, net söyleyebilirim, 1988 Viyana Prater Stadyumu Pink Floyd Sign of Life’in o muhteşem iki notası. Pink Floyd farkı şuydu, buraki gibi bir arena ile kıyaslanamayacak koca bir stadyum adeta yerinden oynamıştı. Tamam abartılı kıyaslama yapacak olursak o konser Türkiye’de yapılsa Tribün çatılarından bir şeylerin düşme ihtimali derim 🙂

Konserin videolarında ve fotoğraflarında gördüğünüz sahneyi canlı görmek hoş olsa da Floyd izleyicisini çok da tatmin edecek şova yönelik atraksiyon yoktu. Sanırım bunlar artık şöyle sıralanabilir: Basic Mason> Büyük yuvarlak ekranlı Gilmour plus > Dev duvarlı ekranlı Waters = Floyd hahaha. Konser başlamadan önce bir Pink Floyd klasiği olarak normalde yarım saat veya yirmi dakika öncesinden hoparlörlerden verilen atmosferik heyecan artırıcı sesler bu kez Mason’un kendi trade markı ürettiği ses ve konuşmalarla verildi. Yine eski halini bilen biri olarak Floyd kadar etkilemedi ama yine de hoştu.

Gelelim çalanlara çalınışlara vs. Aslında işte benim gibi doğal alzheimerli birinin bu işi iki gün sonra yapması doğru olmasa da One of These Days ile çok güzel, orijinaline yakın bir başlangıç yapıldı. Ardından Arnold Layne ve Fearless ile yine aslına sadık Floyd versiyonları dinledik. Gilmour’u yolundan çevirip kendisiyle tanışmaya zorlayabilmiş Fırat’ın “mükemmeldi” dediği Obscured By Clouds bence hiç de öyle değildi, çünkü parçanın üstünde oynama yapıldığında mevcudun üstüne ekleyemiyorsanız benim için hiç de öyle mükemmel falan sayılmıyor. Bir kaç sene önce Zorlu’da izlediğimiz Avustralyalı Pink Floyd’un aslına sadık kalarak yaptığı cover bence çok daha güzeldi.

Şimdi burada sonradan daha da saçmalayacak Guy Pratt’in sevgili Sezai abinin de rahatsız olduğu Pink Floyd ağırbaşlılığına hiç uymayan tavırlarına değinelim. Bu konu zaten beni adamın geldiği günden bu yana rahatsız ediyor olmasına rağmen herhalde ilk kez bu kadar gözüme batacak hale gelmiştir. Neden? Çünkü o şarkıların Pink Floyd müziğine yakışır coollukta (başka karşılığı yok) Waters tarafından nasıl çalındığını, Floyd üyelerinin sahne duruşları ve davranışlarının yaptıkları müziğe nasıl ekstra mistisizm kattığını tüm eski görüntülerinden ve tabiki Pompeii’den biliyoruz. Adamın bası bırakışı, zillere ağır ağır gidişi, oradan yine ağır ağır gong’a yürüyüşü. O ağırlıkta “durun lan ben o gong’a varmadan ne çalsanız bi bok değilsiniz” tavırlarına karşı Guy Pratt’in 60 yaşında bile ergen gruplarda görülen basçı dansları artık sinir bozucu. 80’lerin Floyd’unda gençtin falan hadi neyse. Level 42 müziği çalar gibi çalıyordun da yani çoluk çocuk sahibisin arkadaş. 24 yaşındaki Waters kafasına nası gelemedin anlaşılır gibi değil. Hoş tabi ki ona hiçbir zaman gelemeyeceksin de. Üstüne zaten hiç bir zaman Pratt’ın bas çalışını sevemediğimi de ekleyeyim. Belki de Waters bize hep enstrüman çalmak sadece enstrüman çalmak değildir diye göstermişti. Tabi ki egosunun pırıltıları eşliğinde 🙂

Mason’un Türkçe selamlaması ve konuşmaya çalışması sırasındaki İranlıların fazla konser edebine sahip olmadıklarını geçmiş tecrübelerden bu kez daha fazla yaşadık. Sonradan fark ediyorum ki, Mason o sırada avaz avaz bağıran İranlıya bırak ben konuşayım anlamında “I’ll do the talking” demiş. Bu konuya sonra yeniden döneceğiz.

Remember A Day çalmadan önce belalım Pratt, kaçınılmaz bir şekilde artık Wright anması yaparken son cümlede boşandığı için karısını değil oğlunun Wright’ın torunu olduğu vurgusunu yaparak kendini Floyd ile akraba olarak tanıtmak mı istedi bilemedim. Bir tür beni sevin, “hepsi gider ben kalırım falan mıydı ne?” 🙂 Besim abinin de belirttiği gibi parça esnasında arka projeksiyonlara o ana kadar pek çok Syd görüntüsü yansımasına rağmen hiç Wright görüntüsü konmaması konserin bir eksisiydi.

Waters’ın If’ini Atom Heart Mother’a bağlamaları zihnimde hemen “Müslüman mahallesinde salyangoz” fikrini uyandırdı. Güldüm, Fırat’ı güldürdüm. Bu topraklarda cover bandleri saymazsak sahibinden Atom Heart Mother hakkaten, Uzay’da Türk kadar komik kalıyor. O gün Türk Uzay Ajans müdürünün, uzayda baklava ikram edebiliriz açıklamalarına, çalışmalara katkımız ancak o kadar olur… falan falan bunlar işte siz bağlayın birbirine, cümle yapacak kadar bile takatim kalmadı.

Nick Mason’s Saucerful of Secrets Echoes çalınırken. İstanbul 2022

Derken derken sıra geldi gecenin zirvesi ve Türkiye’nin bir ilkine: On yıllar sonra sahibinden bir Echoes performansı. Pinggggg sesiyle coşan seyirci başta lafını ettiğim sağ taraftaki manyak bir İranlının avaz avaz bağırışıyla mide bulandırmaya başlamıştı ki arka taraftan sesi bize kadar gelen öyle bir tokat geldi ki, içimin yağları Echoes pinggglerinde eridi. Bir daha da sesi çıkmadı herifin. Ozan ile Paris Steely Dan konserinde benzer saldırıya fıs fıs iki kelam ettiğimiz halde biz uğramıştık. Neyse ki o tokatın yanında bizimki okşama kalırdı.

Yanımda oturan Fırat, Echoes’da Lee Harris’in çıkarttığı feedback seslerinin playback olduğuyla ilgili saçma bir tartışma çıkardıysa da bu kez muhtemelen gerçekliğini anladığında tokadı yiyen o oldu. Parçada “Ping” sesinden sonraki en önemli unsur o değil midir? O’dur 🙂 Grubun kuruluşuna sebep olan Harris’in pek çok parçadaki performansının altını çizmek gerekir, bence çok başarılıydı. Genel olarak da Echoes’u bence çok başarıyla seslendirdiler ki unutmayalım, Pink Floyd olarak bile Delicate turnesinde bile bir kez deneyip sonra turne listesinden çıkartılmıştı.

Unutmadan eklemeli ki konser belki benim gibi klasik Floyd sevenlerin dışında Syd Barrett sever küçük bir kitleyi de çok mutlu etmiştir. Düşünsenize onları iki gelişindeki Waters bile tatmin etmemiş olmalı.

Konser çıkışı koca 2 katlı Band&Crews Services otobüslerinin yanaştığı kapıda bir grup imza/fotoğraf grubu görünce hemen arabadan inip bir o kapı bir bu kapı koşturmaları esnasında Guy ve Gary’yi yakaladık. Her türlü kayıt beceriksizliğimle görüntüden Guy olup olmadığı bile belli olmayan bir adamla fotoğrafım var. Gary ile mis gibi poz çekildiğimi zannederken meğer video kayıtta değilmiş, heyecandan bakamamışım.

Grubun çıktığı kapı kapatılınca Fırat’ın yok abi Mason gitmiştir, gitmiştir lafına uyup arabaya dönüyorduk ki millet diğer kapıya hücum ettiğinde artık geç kalmıştık. Nick’i ancak otobüste gördük. Hatta otobüsü bile takip etmeye başladık. Ama neticede bir Waters değildi ki takip edip Four Seasons’da rezil fanları oynayalım. Herkese hayatında benzer mutluluklar dilerim.

Kendi video çekimlerimi de hikayeye ekleyeyim.

Okan hakkında

PinkFloydTurk.Net admini, Floyd fanı, müziksever, eski ses mühendisi, amatör astrofotoğrafçı.

8 Haziran 2022 tarihinde Blog, Haberler içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin. Yorum yapın.

Yorum bırakın